12 Kasım 2007 Pazartesi

#05 - Der Siebente Kontinent (1989)

Katil: Michael Haneke

Plan: Tabiki Michael Haneke

Suç Mahalli: Avusturya Banliyöleri

Öldürme Nedeni: İleri derecede akut ve bazen kronikleşebilen depresyon. Ardından gelmesi muhtemel intihar ve kanser tabloları.

40 yaşında sinema yapması gerektiğini farkettikten sonra, çektiği ilk film ile herkesi yamultan sevgili Haneke, bugün Avrupa'nın yaşayan en büyük yönetmeni olarak görülmeyi az çok hakediyor. Bu kadar kusursuz bir ilk filmin arkasında ne gibi teknik detaylar yatıyor bilmiyorum, ama Haneke'nin deha olduğunu kabul etmek gerek. Dibine kadar Marksist bir söylem üzerine kuruyor filmini, ama izleyici üzerinde de çeşit çeşit deney yapıyor. Kendisini deneysel sinemanın içerisinde görmekte de haksız değil. Aklınıza gelebilecek her Haneke filminde izleyicinin tüm algısı ile oynayan birkaç öğe bulunur. Bu film ise, "burjuvazinin çöküşü" olarak nitelendirebileceğimiz, 3 bireyden oluşan bir çekirdek ailenin 3 yılını anlatıyor. İlk yıl, aile maddi anlamda hızla yükseliyor, ikinci yılda vardıkları tepe noktasının kocaman bir boşluktan ibaret olduğunu anlıyor ve son yılda ise hayatlarından kaçmanın yollarını arıyorlar. Bu sırada Haneke, akvaryum ya da araba gibi film adına önemli izolasyon metaforlarına başvuruyor. Bir yandan da filmin büyük bir kısmı boyunca oyuncularının yüzüne değil de, günlük hayatta etkileşime girdikleri objelere çeviriyor kamerasını. Böylece tekrarlanıp duran o "sıkıcı" sabahların pek çoğunu yaşadığımızı çok iyi hatırlıyoruz. Sabah annemizin uyandırıp, önümüze bir adet yumurta koyduğunu ve ardından çantamızı sırtımıza alıp, çok süper birer birey olarak yetişmeyi amaçladığımız okullarımıza gittiğimizi... Ya da ailecek alışverişe çıkıp sepeti doldurabildiğimiz sürece kendimizi varlıklı ve mutlu hissettiğimizi... Misafirliğe gidecek babamızdan bize "güzel bir şeyler" getirmesini istediğimizi... Haneke'nin filmi büyük bir yükselme ile açılıyor: tüm dünyevi sorunlarından arınmış bir aile. Ama küçük kızda bir şeyler garip gidiyor. Kör olduğuna dair yalanlar söylüyor okulda. Annesi ise bunu bir yere bağlayamıyor, ama zamanla bunu kızının yalnızlığı nedeniyle yaptığını farkediyor. Bu arada baba işinde yükseliyor ve patronunun işini kapıyor. Zaten anne büyük bir miras sahibi ve bilmemkaç odalı, buzdolabı ağzına kadar dolu evde hep beraber yaşayıp gidiyorlar. Ama gülümseme, huzur çok eksik bu evde. Daha çok ailenin 3 bireyi de, yaşı farketmeksizin, "Ne yapıyorum ben?" hissi ile yaşıyor her günü. Ya da daha doğrusu "Hayat gerçekten bu mu? Ben bu hayattan zevk alıyor muyum?" Haneke'nin bu sorulara verdiği cevap ise su götürmez şekilde sert bir "Hayır" oluyor. Öyle ki, ondan daha sert kimse vuramazdı herhalde yüzümüze, hayatımızın ne kadar boktan bir kısır döngü içerisinde dönüp durduğunu. Ve eğer toplu intihar ile hayatına son veren bu 3 kişilik ailenin, öldürülmesi çok tartışmalı kızı büyüseydi, o da annesinden ve babasından farklı bir dünyada yaşamayacaktı. Üstelik Haneke'nin söylediğine göre, en çok tepki aldığı konu, küçük kızın öldürülmesi değilmiş. Kocaman karizmatik akvaryumun kırıldığı ve binlerce şilinin klozeti boyladığı sahnelerde insanlar ayağı kalkmış. Eminim, bu filmi izleyen hemen herkes, o sahnelerde "Hayır yapma" tepkisi vermiştir kısa süre de olsa. Herhalde izleyicinin üzerinde oynadığı en büyük oyun bu Haneke'nin. Kendiniz ve dürtüleriniz ile yüzleştikten sonra, işte izlediğiniz en karanlık ve depresif filmi izlemiş olmanın düşündürttükleri ile kendinizi hayatınızı düşünmeye başlıyorsunuz. Kafanıza kocaman bir sopa yemişcesine, üstelik bir çözüm yolu bulamadıkça daha da kıvranacağınıza ve çok geçmeden veremden öleceğinize garanti veriyorum. Yeter ki, tüm ev eşyalarının teker teker kullanılmaz hale geldiği o sahneler boyunca, Haneke'nin hayatınızla nasıl dalga geçtiğini, nasıl intikam aldığını hatırlayın.

3 yorum:

Adsız dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
Unknown dedi ki...

çok güzel bir blog olmuş ellerine sağlık ama devam et lütfen burda bırakma...

Andy Dufresne dedi ki...

Öncelikle eline sağlık. İznin olursa; kızın "kör taklidi" yapması ve annenin "göz doktoru" olması arasındaki bağıntıyı da belirtmekte fayda var. Bende en çok "Kocaman karizmatik akvaryumun kırıldığı ve binlerce şilinin klozeti boyladığı sahnelerde ayağa kalktım". Aslında Haneke'nin tam tarzı da bu. Benzer sahneleri "Funny Games" ve "Benny's Video"da da görebiliriz. Rahatsız olarak bilince çıkarmak.